Gönül hem ahbap ister hem kahvehane
Tarih kokan tiyatro dekorlu asırlık kahvelerde, masalara ünlü hayaletlerini soralım.
Esra Yoral
Kahvenin Şeyh Şazili tarafından Habeşistan’dan çıkarılıp Yemen’de yayılmasını sağlaması, Mekke, Kahire, Şam, Halep, İstanbul’a varması, Katip Çelebi’nin kaynaklarına göre hastalara şifa, dervişlere enerji, zikir törenlerine, sufilere temel besin olması, ardından gemilerle Avrupa’yı fethi üzerine sayısız hikaye anlatılır. Kimini efsane kimini masal tadında okuduğumuz kaynakların asıl ilgi çeken diğer bölümü, kahve denen bu mucize meyvenin 16. asırda kahvehaneler aracılığıyla toplumsal ilişkileri belirleyen, statü simgesi sayılan sosyolojik bir olguya dönüşmesi ve bugün hala zirvedeki rakipsiz benzersiz yerini koruması.
Madem ki gelmişiz köhne cihane
Derdimizi çeksin şu viranhane
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül ahbab ister kahve bahane
Eski kahvehanelerin vazgeçilmez aksesuarı olan bu dizeleri bilmeyen yoktur. Unutulmaz beyit. İletişimin tüm imkânlarını kullandığımız sanal çağımıza rağmen, bir masanın etrafında ortada iki fincan olmadan, karşımızdakinin gözlerinin içine bakmadan sohbetin asla gerçek bir tadı olmayacağını savunanlar için, yalnız gezginliğin keyfini başka hiçbir ortama değişmeyenler için efsane kahvehanelerde gezelim biraz.
Vakanüvis İbrahim Efendi İstanbul’un ilk kahvehanesinin açılış tarihi olarak 1554’ü vermiş. Halepli Şamlı iki Arabın gelip Tahtakale’de ilk mekânı açtıkları tarih. Keyfine düşkün entellerin, şairlerin, yazarların, devlet erkanının, mevki makam sahibinin uğrak yerine dönüşüp kısa zamanda toplumun vazgeçilmezi olan mekanlar zaman içinde mantar gibi artmış. Dervişler oralarda sohbetler etmiş, sabah rüzgârları gönül dostlarına haberler getirmiş. Velhasıl İstanbul’dan başlamış tüm hikayeler diye bağlayalım, öylece toparlanıp yola çıkalım. Biraz Avrupa gezelim.
İLK GİDECEĞİMİZ ŞEHİR PARİS OLSUN
Şehrin en cool ve bohem, kültür yuvası olarak anılan semti Saint-Germain’de konumlanmış asırlık iki kahvehanesi “Cafe De Flore” ve “Les Deux Magots”ya kurulalım. Bunlar tarihin en eskileri. Savaşlara, devrimlere, caz çağlarına, en karmaşık renkli dönemlere şahit, masalarında en ünlü yazarları sanatçıları, dünya tarihinin kilit isimlerini ağırlamış, kendi başına birer roman olan iki kahve.
Cafe De Flore ismini Roma Mitolojisinde çiçek tanrısı olan “Flora”dan alır. 1880’lerde açılmış. Jean-Paul Sartre en zor ve sıkıntılı zamanlarında bu kafede oturup yazmış. Simone De Beauvoir, Albert Comus, Ernest Hemingway müdavimi olan ünlü isimler. Siyah deri kaplı defterlerini o masalarda açarak yazdıklarını hayal etmek edebiyat tutkunlarının en sevdiği sahne.
Les Deux Magots, 1885’lerde Mathivat ailesi tarafından açılmış. Adını iki Çinli tüccardan almış. Pablo Picasso ile birlikte zamanın efsane sürrealist genç Fransız ve Amerikalı yazarlarının buluşma noktası olmuş. Savaş yıllarında masalarında hararetli tartışmaların yapıldığı bu iki kahvehane yüksek tavanları, art deco mimarileri ile ünlü. Kadife koltukları, mermer masaları, şık logolu fincanları kahve tutkunlarının görmeyi en sevdiği klasik dekorları günümüzde hala özenle durur.
Aslında Paris’te açılan ilk bulvar kahvesi Sicilyalı bir göçmenin Rue de l’Ancienne Comédie caddesinde açtığı “Le Procope”dur. 1686 tarihli kült restorant Rousseau, Diderot gibi en ünlü yazarları, entelektüelleri ağırlamasıyla meşhur olmuş. Şimdilerde turistik bir lokanta, otobüslerle turist iniyor önünde, dolayısıyla otantik tarihi kahve kokusu üzerinden gidenlerin pek ilgi alanı değil gibi.
İKİNCİ DURAĞIMIZ ROMA
Via dei Condotti Caddesi 86 numarada yer alan ünlü Antico Caffè Greco şehirde ilk akla gelen mekan. 1760 yılından beri hizmet veren Caffe Greco ünlü turistik buluşma noktası İspanyol merdivenlerinin tam karşı caddesinde, Belle Epoque tarzında dekore, fraklı garsonları, duvarları süsleyen müthiş tabloları ile Roma’nın en ünlü tarihi mekânı ve aynı zamanda şehrin en iyi kahvelerini yapar. Goethe, Stendhal, Byron, Franz Liszt ve Felix Mendelshon bu kafenin ünlü tarihi sembol simaları olarak bilinir. Ristrettosunu, cappucinolarını mükemmel. Yanına bir de müthiş tiramisu söylersek, Mamma Mia 😉
Roma’da kısaca not etmek gereken arada derede bir diğer harika kahve mekanı da La Tazza D’Oro. Ondan bahsetmeden olmaz. Pantheon Bölgesinde yer alan bu kafenin önü sürekli kuyruk olur. Espressosunun lezzeti bu bekleyişe değer. Çekirdekleri ayrıca satın alabilirsiniz, onca yolu taşıdığınıza inanın değecek.
İTALYAN ESTETİĞİNİN DORUK ŞEHRİ: FLORANSA
En bilinen mekanı Caffe Gilli. Medici döneminden kalma şehrin en eski kafesi. 1773 yılında şehre göçen Gilli ailesi tarafından Piazza Vittoria’da açılan mekanda yer alan Murano avizeler başlı başına servet. Tavanlardaki freskler, çay odasındaki 100 yıllık saat görülmeye değer. Dışında oturur sayısız ünlü sanatçıyı yazarı aktörü misafir etmiş o tarihi meydanı seyre dalarsınız muhabbetle. Espresso Con Panna’sı efsane, içerseniz bizi anın lütfen. Fakat yanına olay tatlılardan söylemeyi ihmal etmeyin. Şeker meker demeyin lütfen, yememek sonra büyük pişmanlık olur.
VENEDİK’E UĞRAMADAN, İTALYA’DAN DÖNMEYİZ
Cafe Florian 1720 San Marco Meydanı direkt adresimiz. Kostümlü garsonlar, gümüş tepsilerdeki şıklıkla az sonra Talented Mr Ripley gelecek ve onunla buluşacakmışsınız gibi, o yüzden lütfen şık giyinin. Öyle kargo pantalon şort terlik boyundan sarkan fotoğraf makinası olmasın 😉 Dünyanın en eski kahvehanesi (iddiasında ama çaktırmayın o ünvan bizde) olarak korunmasının hakkını teslim etmeliyiz, çünkü olay sahip çıkmak.
HAZIR YOLA ÇIKMIŞKEN, VİYANA KAPILARINA DAYANALIM MADEM
Kahveyi bizimle savaşırken öğrendiler. İlk içtiklerinde acı dediler, şeker ilave ettiler. Malum bizde kahveye şeker atılmaz, racona terstir, kahve acı ama yanında bir ufak lokum, bir adet baklava ile içilir. Neyse bu ayrı bir tartışma konusu, şimdi girmeyelim. Çıkamayız…
Avrupalılar bizden öğrendiler ama sonra bizden daha çok önem verip sahip çıktılar kahvenin kültürüne, çoğu başka konuda olduğu gibi.
Viyana’da bir sürü nefis kahve ve pastalar sunan tarihi mekan var. En önemlileri Havelka, Demel Cafe ve Cafe Central olarak geçer. Özellikle apple strudelleri ve cheesecakeleri hep methedilir. Genelde çoğu oldukça eski tarihlere dayanır. Zaten kruvasanı da ilk kez bu şehirde Osmanlı kuşatması etkisi altında Osmanlı hilalinden esinlenerek icat etmişler, sonrasında pastacılıkta geliştikçe gelişmişler.
(Demel Cafe)
SON OLARAK LONDRA’YA UĞRAYALIM
Costa Coffee’den bahsetmemiz gerekir öyleyse. İtalyan tarzı, en eskilerden biri. ‘Kahve bir sanat, baristalarımız sanatçı’ der. Vakıfları vardır, çevrecilik konusunda aktif, kollektif çevre bilinciyle çalıştıklarını söylerler. Kahveleri oldukça lezzetlidir. İngiltere’de yağmur ormanları birliği çiftliklerinden sürdürülebilir kaynak konusunda çalışmalar yapan tek zincirdir.
Dönüp dolaşıp gelelim vatana.
PEKİ YA İSTANBUL’DA DURUM NEDİR?
Maalesef önemli bir serzenişimiz var bu hususta. Kahveyi bulan atalarımız herkesten önce bu güzelliği içmeye başladı, dünyaya yıllarca tonlarla ticaretini yaptı ama Avrupa şehirlerindeki gibi asırlık mekanlarına sahip çıkamadı.
Eskiler ya kapandı, ya şekil değiştirdi, estetik açıdan zevksizlik örneği denecek karma türden mekanlara dönüştü. Gelenekselin yerine yeniler zincirler modernler geldi. Son yıllarda yoğun talep doğrultusunda her taraf iyiden iyiye Amerikanlaştı. Onlar gitsin gelmesin demiyoruz, neden klasiğimiz yok oluyor diye çok üzülüyoruz. Bilenler çoktur, büyük Avrupa şehirleri uzun süre Amerikan zincirlerine direndi, şehirlerine sokmadı, almadı, hala bazı meydanlara dükkân açma izni vermezler diye duyarız, korumacılık engelleme bağlamında değil, kültürüne değerine geleneğine sahip çıkma, koruma kollama bağlamında değerlendirilmeli.
Velhasıl tarihi dekorlu asırlıklarımızdan Pera Palas Oteli, Markiz Pastanesi dışında aynı kalabilen büyük klasik mekânımız yok.
1940’da İstiklal Caddesi Aynalı Pasaj’da açılan Markiz Pastanesi zamanın en şık ve güzel kahvesiydi. Eski İstanbul beyefendileri ve hanımefendileri en güzel ve şık halleri ile burada buluşurlardı. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Faruk Nafız Çamlıbel gibi birçok yazar ve entellektüel isim müdavimiydi. Zaman içinde önce pasaj ardından 80’li yıllarda pastane kapandı. Daha sonra tekrar açıldı ama eski hava yakalanamadı, kapandı.
Pera Palas Oteli içindeki Patisserie De Pera hala var ve güzel. Agatha Cristie, Ernest Hemingway Pera’nın o müthiş havasını solumuş, sevmiş ünlü simalar. Son dönemde açılan Kubbeli Çay Salonu da çok şık.
Biz Türkler kahvenin pişirilme icadına, yapılma metoduna adını verenler, dünyaya yayanlarız. Bununla gurur duyarız. Tarihi kültürel mirasımıza sahip çıkmada zayıf kalıyoruz, tekrar tekrar söylemek istediğimiz en önemli konulardan biri bu.
Keşke saray dekorlu, kristal avizeleri mermer döşemeleri kadife perdeleriyle ihtişamlı eski kahvehanelerimizden birçoğu duruyor olsaydı.
Keşke meşhur mermer çeşmeli Emirgan’daki tarihi Çınaraltı Kahvesi örneğindeki gibi, eski güzelliklerimiz derme çatma naylonlarla bölünerek zevksiz dekorlarla tanınmaz hale gelmemiş olsaydı.